Vazgeçmenin Özgürlüğü: Fight Club (1999)

 


Felsefesiyle, sinematografisiyle ve oyuncu kadrosuyla (Brad Pitt, Edwart Norton, Helena Bonhem Carter, Jared Leto) sinema tarihinde iz bırakmış,  günümüzde ise başyapıt kabul edilen filmlerden birisi Fight Club. Bu yazımda, başlarda belki de ‘’Klasik bir dövüş, kavga filmi’’ sandığımız bu David Fincher imzalı filmin, aslında toplumsal ve bireysel pek çok konuyu derinlemesine incelediğini göreceğiz. En başta tüketim kültürünü bariz bir şekilde eleştirdiğini anlamak zor değil. Peki, bu film bize ne anlatmak istiyor?

Kapitalizm Ve Tüketim Kültürü Eleştirisi


Filmin ana karakteri olan Jack (Anlatıcı) büyük bir otomobil şirketinde, sıkıcı bir işte çalışır. İşinin doğası gereği, sürekli uçakla seyahat eder. Monoton hayatının, aniden meydana gelecek bir kazayla sona ermesini dahi isteyecek durumdadır. Yaşamını  ‘renklendirmenin’ yolu olarak, evine durmadan mobilya, dekor eşyaları alan Jack, biraz olsun ruhunu canlandırmaya uğraşır. Ancak ne kadar eşya satın alırsa alsın, içindeki tatminsizlik  onu rahat bırakmaz. Tipik bir beyaz yakalı olan Jack’in, çalıştığı iş yerinde de hiçbir değeri yoktur. O yalnızca şirketin çıkarlarına hizmet edip, parasını kazanan ve bunu yine sisteme geri iade eden bir ‘’çark dişi’’dir. Bununla birlikte, Jack, ciddi bir uykusuzluk problemi yaşamaktadır. Tekdüzeliğin içinde sıkışıp kalan karakter, bir gece vakti evinin patladığını öğrenir. Olay yerine gittiğinde, satın aldığı tüm eşyaların yanmış ve parçalanmış halleriyle karşılaşır. İhtiyacı olmayan ve geçici bir haz yaşamak için satın aldığı mobilyaların yanıp kül olması, aslında Jack’in hayatının ne kadar yüzeysel ve anlamdan yoksun olduğunu gösterir. Neden olduğunu kendisi de bilmeden, Tyler Durden’a ulaşır. Tyler, kapitalist düzenin açık bir eleştirmeni olarak, Jack’in tam anlamıyla tersi bir karakterdir.



Tyler Durden’ın kapitalizme olan anti bakış açısını anlamamıza yardımcı olan sahnelerden birisi, şüphesiz ki beraber bira içtikleri bar sahnesidir. Burada, Jack yuvadan çıkmak zorunda kalan bir kuş gibi duruyor. Tyler Durden ise her şeyi kabullenmiş ve bununla yüzleşip galip gelmiş gibi görünüyor. Jack, hayata yüzeysel bakış açısını şöyle anlatıyor:

‘’ İnsan mobilya alırken kendisine diyor ki, bundan sonra başka kanepeye ihtiyacım yok. Ne olursa olsun kanepe sorunumu çözdüm diye düşünüyor. Çok kaliteli bir müzik setim vardı, her şeyi tamamlamama çok az kalmıştı. Gerçekten, çok az kalmıştı…

Tyler: Ama şimdi hepsi gitti.

Bu diyalogdan dahi, Jack’in ne kadar eşyalarına bağlı bir insan olduğunu anlamak kolay. Karl Marx’ın ‘’Meta fetişizmi’’ olarak belirttiği,  normalde sadece ihtiyaç duyulan nesnenin, bir değer göstergesi haline gelmesi bu durumla doğrudan ilişkilidir. Jack, hayatının değerini eşyalara bağlayarak kapitalizmin kölesi olmuş durumdadır. Tyler ise, tüketim kültürüne tamamen karşı duruş sergiler ve insan hayatının tüketimden ibaret olmasını sorgular. Mala, mülke hiç değer vermez.

Şu sözler biraz daha yardımcı olabilir:

‘’Biz tüketiciyiz. Tutkulu bir yaşamın yan ürünleriyiz. Cinayet, suç, fakirlik beni ilgilendirmez. Benim için önemli olan magazin dergileri, 500 kanallık televizyon, iç çamaşırımda kimin adının yazdığı (!)’’

Burada, tüketim toplumunun duyarsızlaşmasını ironiyle ele alıyor. İnsanlar, mal ve mülk uğruna yaşarken çevresine duyarsızlaşıyor. Haksızlıklar bir süre gündemde kalıyor. Çok geçmeden, her şeyi normalleştiriyorlar.

Mükemmel Olma Yanılgısı

Tyler: ‘’ Bence, bütün olmaya çalışma. Mükemmel olmaya hiç uğraşma. Evrilelim, bırakalım her şey düşeceği yere düşsün.’’

Kapitalist sistemde, ‘’ideal’’ , ‘’mükemmel’’ gibi kalıplar zihinlere yerleştirilir. İnsanlar bunun uğruna ‘’daha iyi’’ olmaya çabalarlar. Olmadıkları gibi davranırlar, olmadıkları gibi giyinirler ve daha yüksek statüde olduklarını göstermek için gereksiz eşyalar alırlar. Bir sivilce çıktığı için ağlayan, burnundaki hafif yamukluğu sorun eden, karakter özelliklerini ‘’harika’’ yaparsa, toplum tarafından daha çok kabul edileceğini sanan insanlar vardır. Oysa ki, doğanın içinde kusursuzluk yoktur. Düzenin içinde kusursuzluk yoktur. Kusursuzluk diye bir şey yoktur. Hatta kusurlardan kaçmak, başarısız ve korkak insanları ortaya çıkarır. O halde neden daha ‘’iyi’’ olmak için, kontrolümüzde olmayan şeylerle uğraşıyoruz?

‘’Sahip oldukların sana sahip oluyor.’’

İnsan başka şeyleri tüketirken, kendisini de tüketir. Bir malın veya mülkün sahibi olmak için ne kadar uğraşırsa, onun o kadar kölesi olur. Telefonlar en basit örnek olabilir. Kaç kişi, elindeki telefon yüksekten düştüğünde tepkisiz kalır? Çoğunlukla insanlar buna endişeyle tepki verecektir. Sahip olduğunu düşündüğü parayı korumak ve onu harcamamak için ömrünü çürüten insanlar peki? Güzelliğini korumak için bıçak altına yatanlar? Ev sahibi olana kadar yıllarını işlerde çalışarak heba eden ve en sonunda emekli olduğunda bir ev sahibi olanlar?  Bu, mal mülk olmasa da olur. İşinin kölesi olan, sahip olduğu kariyerle övünüp duran insanlar? Çok fazla örnek verilebilir. Fikirlerini para uğruna değiştirenler? Ne yazık ki, sahip olduğumuzu sandığımız hiçbir şeyin sahibi değiliz. Onlar her an gidebilir, çürüyebilir, yıkılabilir, parçalanabilir, elimizden alınabilir. Hem de bu hiç beklemediğimiz bir zamanda olabilir. Öyleyse, özgür bir insan olmanın bir şeylere sahip olmakla ilgisi yok. Aksine bir şeylere sahip olmaya uğraştıkça onun kölesi oluruz…

Arınma ve Şiddet



‘’Yara izim olmadan ölmek istemiyorum.’’

-Tyler Durden

Mükemmellik, bütün olma arzusu, ideal olma çabalarına karşı Tyler; kusuru, dibe vurmayı, yıkımı ve yarım kalmayı destekler. Çünkü insan doğasında, hiçbir zaman ‘’tam’’ olmak mümkün değildir. Özümüzden uzaklaşıp, medyanın veya şirketlerin istediği insanlar olmaya çabalamak ruhsal bir savaşı doğurur. İnsan kendisine yabancılaşır, depresyona girer ve en önemlisi çok öfkelenir. Sistemi ne kadar eleştirse de, ayak uydurmak zorunda kalır. Bu kimlik krizi, ancak insanın ‘’asıl’’ duygularını boşaltmasıyla son bulacaktır. Tyler’a göre modernleşme ve medeniyet adına giyilen maskelerden kurtulmak için kaos gerekir. İşte o kaosun ilk hamlesi, bir yumruktur. Kavga ederken tüm ilkel duygularımız devreye girer. Düşünmek, neredeyse imkansız hale gelir. Bir de seks yaparken bu böyledir. Şiddet ve seksten başka, insanın ilkel duygularını harekete geçirip, düşünme sistemini güçlü derecede kapatan temel arzular var mıdır?


Barın arkasında geçen kavga sahnesinde, Tyler, durduk yere ‘’Bana bir yumruk at.’’ der.  Jack ise buna haliyle çok şaşırsa da, ona yumruk atar. İşte, Dövüş Kulübü’nün başlangıcı bu yumruklaşmadır. Tabii ki, kavga güzellemesi değildir mesaj. Kavga, yalnızca mesajı aktarmak için kullanılan bir araçtır. Sistemin içinde sıkışan insanların, doğasını hatırlama aracıdır. Özüne dönmek için, bir arınma gerekir. O arınma birisine yumruk atarak değil, sana dayatılanlara yumruk atarak gelir…

''Kendini Geliştirmek Bir Mastürbasyondur''


Burada bahsedilen kendini geliştirmek, kişisel özellikleri geliştirme amacı taşımaz. Bir şey üretmek için de değildir. Asıl mesaj, gelişmenin bir tatmin aracı olmasıdır. Daha kaslı bir vücut yapmak, daha çok kitap okumuş olmak, daha zengin olmak, daha yakışıklı olmak, daha çok çevre edinmek gibi ego tatminine dayalı gelişimler söz konusu. Oysa ki, bunların hiçbiri içerideki boşluğu dolduramaz. İnsan, yalnızca egosunu tatmin etmiş ve içindeki boşluktan kaçmış olur. İmaj yaratmaya dayalı olarak yapılan hiçbir aktivite faydalı değildir. Neden daha iyi olmaya çalışıyorum? Bunu sormalı ve kendisini bilmeli insan. Evet, yapılan bu tür aktivite ister istemez faydalı olacaktır. Peki, gerçekten aradığın bu mu? Yoksa sen de kendinden kaçıp, korkularının etrafında dönerek kendisini geliştiren bir insan mısın?

Dibe Vurmanın Felsefesi


Hayatımızın güzel olmasını ister, acıdan kaçarız. Fakat paradoks, acıdan kaçtıkça istemediğimiz bir hayata maruz kalmamızdır. Yine acı çekmiş oluruz. Çoğunlukla hayallerimizin uzağında, bize anlık ve geçici haz veren aktivitelerle uğraşırız. O haz bittiğinde, kendimizden ne kadar uzak olduğumuzu fark ederiz. Bunu fark etsek bile, hayatımızı değiştirmenin acısına göğüs germeyiz. Kaybetmeyi, hor görülmeyi, sevilmemeyi göze alamayız. Bir süre sonra korkuya ve strese toleransımız düşer. Alışkanlıklarımızın ve bize ‘’verilen’’ hayatın kölesi oluruz. Özgür olmayı isteriz ama onun acısına katlanamayız. O zaman, ne özgür olabiliriz ne de kendimiz. Sadece bir tüketici olarak yaşayıp ölürüz.



‘’Bununla korkak adamlar gibi başa çıkmaya çalışma!’’


Filmin bir sahnesinde Tyler, yaptığı kimyasal karışımı Jack’in eline döker. Bu kimyasal karışım, normal bir yanık acısından daha çok acı verir. Jack, bu acıdan kaçmak için her türlü yola başvurur. Bu durum, acıdan kurtulmak için geçici rahatlamalara başvurmamıza çok benzer. Tyler bunu fark ettiğinde tokat atar ve şu sözleri söyler:

‘’ Bu senin hayatının en büyük anı ve sen kaçırıyorsun!’’

Doğamızda acıdan kaçmak ve zevke yönelmek vardır. Uzun vadede  zevk verecek hedefleri gerçekleştirmek bu yüzden zordur. İnsan, kolay zevklere koşarken, aynı zamanda kendisini  gerçekleştirmek ister. İşte çelişki burada yatar. Zevkler uğruna heba olan hayatlar çoktur. Kendisini gerçekleştirmek uğruna çekilen acılar daha anlamlı değil midir? Bu yüzden, acı bir düşman olamaz. Hepsi bize bir şeyler öğretebilir.

‘’Beni öldürmeyen acı, güçlendirir’’

-Friedrich Nietzsche

Teslim Olmanın Önemi


Kesinlikle kabul etmemiz gereken şeyler var. Bir gün öleceğiz, sahip olduklarımız gidecek ve acısız bir ömür mümkün değildir. Bunlara ne kadar karşı çıkarsan çık, bir gelişme elde edemezsin. Tek yapabileceğin şey, değiştiremeyeceklerini kabul etmek. Elinden gidecek olanı tutmaya çalışma. Kaybetmekten korkma, sahip olduklarına bağlanma. Doğrulardan, kendinden kaçma. Korkmak, hiçbir şeyi değiştirmedi. Cesaret pek çok şeyi değiştirdi.

‘’Önce teslim olmalısın. Her şeyden önce korkmayı bırakıp, bir gün öleceğini kabullenmelisin.’’

-Tyler Durden


Konfor Alanını Terk Et

Son zamanlarda, kişisel gelişim sayfalarından ve psikologlardan çok duyduğumuz bir tavsiyedir bu. Fakat tavsiyeyi yanlış anlayıp, kendisine klasik ‘’Spor yap! Kitap oku! Soğuk duş al!’’ gibi robota komut verme tarzında bir plan listesi yapanlar vardır. Konfor alanını terk edeceksin, peki neden? Ne güzel, yatağında uzanıp videolar izlemek, porno izlemek veya oyunlar oynamak varken neden? Kendinize eğer bir sebep bulamadıysanız, işte durulması gereken nokta burada. İçinizdeki kendini gerçekleştirme isteğini devamlı bir şeyler tüketerek baskılarsanız, konfor alanını terk etmek için sebep bile göremezsiniz. Ne olmak istiyorsunuz?


Konfor alanını terk etmekle ilgili güzel mesaj verdiğini düşündüğüm bir sahnede, Tyler, genç bir esnafı ölümle tehdit eder. Amacı ise onu öldürmek değil, istediği hayat için yaşamasını sağlamaktır. Ona hangi bölümü okuduğunu sorduğunda, Raymond biyoloji okuduğunu söyler. Fakat  yapmak istediği asıl meslek veterinerliktir. Tyler Durden, ona iki hafta verir.

‘’Eğer iki hafta içinde hayallerin için harekete geçmezsen, evinin yerini biliyorum Raymond.’’ Der ve onu rahat bırakır. Raymond koşup uzaklaştıktan sonra Tyler ‘’Yarın onun yapacağı kahvaltı, bizimkilerden çok daha lezzetli olacak. Bence onun için mutlu olmalıyız.’’ Der. Hayallerin uğruna yaşarken çektiğin acılar, hayallerinden uzak yaşarken çektiğin acılardan daha iyidir…

Bırak Ne Olacaksa Olsun!

Eğer birazdan ölecek olsaydınız, kontrolünüzde olmayan şeylerle uğraşır mıydınız? Peki, arkasında durduğunuz ideolojiyi o kadar önemser miydiniz? Ne anlamı kalırdı hayatın?  İnançlar, değerler, aileden gördüklerimiz, medyadan gördüklerimiz, tecrübelerimiz  algılarımızı oluşturuyor. Bu algıların çerçevesinde hayatımızı kontrol ediyoruz ve önyargılarımız oluşuyor.

Hatta bir süre sonra hayatımızı kontrol eden biz değil, kaybetmekten korktuklarımız ve bize zevk veren şeyler oluyor. Tüm bunların içerisinde düşünmek, ne kadar iyi bir çözüm olabilir? Ne kadar düşünürsen düşün, ne olacağını en fazla tahmin edeceksin. Denemeden ne olduğunu asla bilmeyeceksin. Ve bilmemek en büyük korkuların kaynağıdır.

‘’Dibe vurmak, bir hafta sonu tatili ya da bir seminere katılmak değildir. Her şeyi kontrol etmeye çalışmaktan vazgeç ve bırak ne olacaksa olsun!’’

-Tyler Durden



Bu yazımda Fight Club filminin felsefesini, mesajlarını inceledim. Temelde varoluşsal anlamı, kapitalizmi, tüketim toplumunu, kimlik krizini ve kişisel gelişimi eleştirel bir tarzda ele alan filmi tekrar tekrar izlemenizi bile tavsiye ederim. Bazı filmler vardır ki, bir defa izlemek yetmez. Çünkü bu filmleri her izleyişinizde yeni detaylar fark edersiniz.







SON OLARAK:

Eğer bunu okuyorsan, bu uyarı senin için.

Bu anlamsız yazıda okuduğun her kelime hayatından harcanan diğer bir saniye demek.

Yapacak başka işlerin yok mu?

Hayatın gerçekten bu kadar boş mu da bu anları daha iyi geçirebileceğin bir yol düşünemiyorsun?

Yoksa saygı ve inanç beslediğin otoriteyi ortaya koyanlardan çok mu etkilendin?

Okuman gereken her şeyi okur musun?

Düşünmen gereken her şeyi düşünür müsün?

Sana alman gerektiği söylenen her şeyi satın alır mısın?

Apartmanından dışarı çık.

Lüzumsuz alışverişi ve mastürbasyonu bırak.

Sevmediğin işinden ayrıl.

Harekete geç

Yaşadığını kanıtla.

Eğer insanlığını ispat edemezsen, bir istatistik olarak kalacaksın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Stoacılık Eleştirilerim

Stoacılık Notları

Büyümeyi Reddeden İnsanlar (PUER AETERNUS)