The Truman Show Üzerinden Felsefi Bir İnceleme









Dünyaca ünlü komedyen Jim Carrey'i çoğumuz eğlenceli ve komik filmleriyle biliriz. ''Çerezlik, keyif verici'' diyebileceğimiz yapımlarda başrolü canlandıran Jim Carrey, dram ve gerilim türlerinde de başarılı olduğunu göstermiştir. Bu filmlerden birisi de şüphesiz ''The Truman Show'' olsa gerek. Enteresan ve derin bir konuyu, akılda kalıcı replik ve sahnelerle işleyen film, felsefi bakımdan incelenmeye değer. Eğer izlemediyseniz, önce filmi izleyip sonradan yazımı okuyabilir, hatta bana geri dönüşlerde bulunabilirsiniz. Şimdi  filmin konusundan, olan olaylardan bahsedelim:





YALANIN İÇİNE DOĞAN ADAMIN HİKAYESİ



Sorunsuz bir iş, evlilik, dostluk, şehir, toplum, düzen...

Ütopik geliyor değil mi? Çünkü bu dünyada ve hayatta mutlaka bir alanda kusurlar, eksiklikler olur. Fakat bunu hiç bilmediğinizi ve böyle bir dünyanın içinde doğduğunuzu düşünün. Küçük, düzenli ve temiz sokaklara sahip, neredeyse kusursuz bir şehirde, ''Seahaven'' da doğdunuz. Hiç kimse sizi eleştirmiyor, herkes güler yüzlü, işiniz ve eşiniz harika, sizin hayatınız dışında olan olaylar bile sorunsuz. Yalnız hissettiğiniz gibi yanınıza yetişen bir dostunuz var, sanki haberi varmış gibi. 

İşte Truman Burbank, böyle bir dünyada gözlerini açıyor hayata. Her şeyden habersiz ve masum biçimde.  Olayların arka planında ise Truman, istenmeyen gebelik sonucu ailesi tarafından reddedilen bir bebek. Dünyaya daha en başından sahipsiz geliyor.



30'lu yaşlarına gelene dek zaman zaman tuhaflıkları fark eden Truman, babasının acısını unutamıyor. 7-8 yaşlarında babasını bir deniz kazasında kaybediyor.  Ancak bu sahte ölüm, Truman’ın denize karşı korku geliştirmesi ve ''Seahaven'' kasabasından ayrılamaması için yapımcılar tarafından kurgulanıyor. Yine de en büyük hayali ''Fiji Adalarına'' gitmek olan Truman, hayallerinden vazgeçmiyor ve nasıl gideceğini planlıyor. Bir gün bulunduğu adadan kurtulup, başka dünyaları keşfedeceğine inanıyor. Kafasında bir köşede bu hayali yaşatıyorken, ''kusursuz'' hayatına devam ediyor. 

Tuhaflıkların başlangıcını, filmin henüz ilk dakikalarında görüyoruz.  Truman işe giderken, gökyüzünden düşen projektörü fark ediyor. Bu projektör aslında, geceleri bir yıldız görevi görüyor. Truman ise bu tuhaflığa pek takılmadan yoluna devam ediyor. Projektörün düşüşü, üst üste gelecek diğer tuhaflıkların habercisi oluyor. Film ilerledikçe, her sabah işe giderken karşılaştığı insanların aynı olması onu şaşırtıyor. Aynı adam, aynı bisikletçi, aynı araba dizilimi... Hayatındaki bu döngüsellik Truman’ın şüphesini besliyor.

Fakat yaşadığı dünyayı düşünemeyeceği kadar tuhaf yapan asıl olaylar bunlar değil. Bir gün arabada giderken, radyoda bir yayına denk geliyor: "Truman şu an köşeyi dönüyor… şimdi marketin önünden geçiyor..." deniyor radyoda. Artık takip edildiğini daha iyi anlıyor Truman. Ve en çarpıcı sahnelerden birisi, binmek üzere olduğu asansörün içinde sahne arkası ekibi görünmesidir. Buna benzer başka tuhaflıkları fark eden karakter, ''Fiji Adalarına'' derhal gitmeye karar veriyor. Tüm olanların sahte olduğuna kanaat getirdiğinde, gerçeği bilmek için büyük bir arzu duyuyor. Kaçmak istese de, hava durumu, afetler, kazalar sanki ona izin vermemek için yarışıyorlar (Zaten bunlar da kurgulanıyor.) 




Özgür iradenin olmadığını düşünmek yıpratıcıdır. Takip edildiğini anladığında, sağlam bir planla ortadan kayboluyor ve denize açılıyor! Onun için kurgulanmış bu hayata, bir başkaldırıyor. Özgür olmak, gerçek olmak için tüm oyunlara direniyor. Onu ay görünümlü bir gözetleme merkezinden izleyen yönetmen, fırtına oluşturmalarını istiyor ekibinden. Truman tüm fırtınalara ve yüksek dalgalara direniyor. Yalanlardan kurtulup, gerçeği bulmak uğruna verdiği bu kıymetli mücadelenin sonunda güneş doğuyor. Yaklaştığı yer ise ''Fiji Adaları'' değil, stüdyonun gökyüzü görünümlü duvarı oluyor. İşte gökyüzünün bile gerçek olmadığını anladığında, sınıra vardığını anladığında, yukarıdan bir ses geliyor. Bu ses yönetmene ait. Filmde bunun bir tanrı tasviri olduğunu anlıyorsunuz. Sonunda gerçekleri itiraf ediyor. Truman, aslında bir Reality Show'un merkezinde olduğunu öğreniyor. Binlerce kamera, binlerce oyuncu ve çok büyük bir stüdyo ile milyonlarca izleyiciye ulaşan Reality Show'un baş karakteri olduğunu öğreniyor. Bundan kurtulması bir kapıyı açıp gitmesine baksa da, şaşkınlığı ve yönetmenin konuşmaları onu bir süre tutuyor. 

''Dışarıda da senin için yaratılmış bir dünya var, Truman. Ama bu kadar tutarlı ve bu kadar güvenli değil."


Truman ise ardı karanlık olan kapıyı açıyor ve şu meşhur sözünü söylüyor: 

''Olur da görüşemezsek, tünaydın, iyi akşamlar ve iyi geceler!''




Mağaradan Çıkmak



Truman'ın yaşadığı şehir ''Seahaven'' ne kadar harika olsa da, büyük bir senaryonun ürünüdür. Asıl rahatsız edici olan ise tüm yapaylığın Truman'a gerçek gibi hissettirilmesidir. Bunun içinde doğup, büyüyen bir adamın, gerçeğe ne kadar yabancı olacağını anlamak zor değildir. Fakat film işte burada bize bir soruyu hatırlatır: 


“Gerçek olduğunu düşündüğümüz dünya ne kadar gerçek?”


Doğduğumuzdan itibaren öğrendiklerimiz, deneyimlediklerimiz vb. pek çok faktör bizim dünyaya bakış açımızı büyük oranda etkiler. Günlük hayatımızdaki en basit konuşmadan, en zorlayıcı duruma kadar kendi irademizle hareket ettiğimizi düşünürüz. Dünyaya bakış açımız, bizi daha öteye gitmekte engeller. Özellikle normlara, toplumsal algılara uyumsuz taraflarımız törpülenir. Gerçeği olduğu gibi gördüğünü düşünen insanların arasında, gerçeği bilmek için daha fazlasını yapanların sonu pek iyi olmamıştır. 

Tıpkı Truman'ın daha bebekken bir stüdyoya koyulması gibi, biz de seçmediğimiz ve beraberinde yaşayıp belki de uğruna öldüğümüz inançların, ırkın, kültürün içine doğuyoruz. Çocukken ailemizin ve çevrenin bildiği doğrular beynimize aşılanıyor. Artık gerçeklik algımız saflıktan ayrılıyor ve kalıplaşan bakış açımızla bir ömür sürüyoruz. Çoğunluk hayatını ''bildiğini sandığı'' alanda, yani konfor alanında geçiriyor. Gerçeği öğrenmek ve gerçeği yansıtmak ise büyük cesaret istiyor. Gerçeklik algımız üzerine en iyi örnek Platon'a aittir.  


Platon'un ortaya attığı Mağara Alegorisi'nde insanlar, doğduklarından beri bir mağaraya zincirlenmiş halde yaşar; yalnızca duvara yansıyan gölgeleri görürler. Onlar için gerçek, bu gölgelerden ibarettir. İçlerinden biri zincirlerini kırıp dışarı çıktığında ise gerçek dünyayı görür ve öğrendiği bu hakikati geri dönüp anlatmak ister. Ancak mağaradakiler ona inanmaz; hatta onu tehdit olarak görürler.

Çünkü doğduğundan itibaren gerçek sandığın hayatın, aslında bir yalan olduğunu öğrenmek cesaret ister. İşte Truman da tam olarak bu zincirlenmiş bireydir. O, gökyüzünden düşen projektörle, gerçeğin kıvılcımını hisseder. Bu tuhaflık (yani gerçek) onun peşini bırakmayacaktır. Yavaş yavaş kendi mağarasından, yani Seahaven kasabasından çıkmaya çalışacak, gerçeği bilmek isteyenin sadece kendisi olduğunu anlayacaktır. 





Bildiğimizi Düşündüğümüz Gerçeklik



Mağara'daki insanlardan birisi olduğunuzu düşünün. Duvara yansıyan gölgelere mecbur olduğunuzu düşünüyorsunuz. Oraya zincirlenmişsiniz ve hareket etmenin ne olduğunu bile bilmiyorsunuz. Hatta hareket etmeniz bile tehdit olarak algılanabilir diye korkuyorsunuz. Ancak:


''Eğer doğduğunuz andan itibaren size sürekli aynı şeyler söylenmişse, aynı düzen gösterilmişse… bu düzene “gerçek” deme hakkınız olur mu?''


Truman'ın hayatını inşa eden Christof, aynı zamanda onun hayatını yok eden kişidir. Truman'ı sevdiğini iddia ederken aslında onun üzerinde tam bir hakimiyet kurmuştur. Yapay bir gerçekliğin içinde yıllardır onu esir bırakmıştır. Truman bu yapay gerçeklikten rahatsız olduğunda, gerçeğe uyanmaya başlar aslında. Çünkü gerçeklik, sadece göze görünen değil; ruhta hissedilendir.


Bireysel Özgürlüğün Bedeli



Bu hikayede, sadece bir adamın kandırılması değil; aynı zamanda bireysel özgürlüğe uyanış vardır. Kurulan sistemdeki teknik sorunlar, Truman'ın gerçeklik duvarını çatlatır. Artan şüpheciliğine, aşık olduğu Sylvia'dan başka kimse ortak olmaz. Zaten onu anlayan ve yardımcı olmaya çabalayan Sylvia da, aniden bir arabayla alınıp götürülür. Truman hiç anlam veremese de, Sylvia'nın onu anlayan tek kişi olduğunu hisseder. Çünkü o gerçektir ve rol yapmayı tercih etmemiştir. Truman artık yalnızdır ve kendi hayallerini, doğrularını takip etmekten başka tutunacak hiçbir şeyi kalmaz. Geriye kalan tek gerçek kendisidir. Christof ne kadar kontrol etmeye çalışırsa çalışsın, onun sorgulayıp harekete geçeceğini düşünmez. Ama Truman sorgular. Çünkü özgürlük, rahatlatıcı yalanlarla değil; rahatsız edici gerçeklerle yüzleşmekle mümkündür.


Truman sahte huzuru, güvenliği tercih etmemiştir. O özgür olmayı istediği için bilinmeyene adım atmıştır.
Ve bu büyük adımdan sonra o başkasının hikayesini değil, kendi hikayesini yazacaktır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Stoacılık Eleştirilerim

Stoacılık Notları

Büyümeyi Reddeden İnsanlar (PUER AETERNUS)