Büyümeyi Reddeden İnsanlar (PUER AETERNUS)

 



Carl G. Jung, insanın hayatını bir güneşin doğup yükselmesine ve alçalıp batmasına benzetir. Biz de bir güneş gibi doğarız ve öğle vakti güneş nasıl en zirvedeyse, gençlik de bizim için öyledir. Güneşin alçalışı ise hayatımızın olgunluk dönemlerine, gittikçe yaşlanmaya çok benzer. Işığımızın yavaşça sönmesi ve ölmemiz, gün batımından akşama geçişi andırır. Fakat bazı insanlar, çocukluğundan yetişkinliğe geçmeyi reddederler. İşte bu insanların sahip olduğu özellikler, Jung'un ortaya attığı ''Puer Aeternus'' arketipine ilham olmuştur. Peki ne demek Puer Aeternus?


PUER AETERNUS KÖKENİ



Latincede ''Ebedi Çocuk'' anlamına gelen Puer Aeternus, aynı zamanda pop-psikolojide ''Peter Pan Sendromu'' olarak geçer. Hiçbir zaman büyümeyen, yaşlansa dahi çocuk gibi davranan ve düşünen insanları tarif eder. Yaşlı-genç, Yetişkin Çocuk da diyebiliriz.





Bu ifade, ünlü Romalı şair Ovidius'un MS 8 yılında yazdığı ''Metamorfozlar'' adlı destansı eserinde geçer. Roma ve Yunan mitlerini anlatan Ovidius, çocuk tanrı Iachuss'a ''Puer Aeternus'' diye hitap eder. Puer, bir bitki örtüsü ve diriliş tanrısı; Tammuz, Attis ve Adonis gibi bir gençlik tanrısıdır.

Arketip, sarhoşluğu ve sonsuz içgüdüyü, düzensizliği, kaprisi barındırır. Bu açıdan da Hermes ve Dionysos'a çok benzer. Ve tabii ki Puer Aeternus arketipinin direkt temsili olabilecek Peter Pan vardır. Onun hikayesi, Puer Aeternus arketipini daha iyi anlamak için uygun bir örnek olabilir.


PETER PAN'IN HİKAYESİ






Çoğumuzun bildiği, ünlü kurgusal karakter Peter Pan, büyümeyi reddeden haylaz bir çocuktur. Neverland denilen, girenin asla yaşlanmadığı büyüleyici bir diyarda yaşar. Ve çocukları manipüle ederek (Ne yazık ki hikaye o kadar da tatlı sayılmaz) Neverland'e kaçırır. Orada çocuklarla beraber yaşar ve yetişkin olmaya başlayan çocukları sessizce öldürür. Yani yetişkinliğe savaş açmış, tehlikeli bir figürdür. Düşmanı Captain Hook'a karşı, yanındaki çocuklarla beraber savaşır. Çünkü o yetişkin olmaktan korkar. Sorumluluklardan sonsuza dek kaçmayı ister ve Neverland'in çocuksu cazibesinde özgürlüğünü yaşar. Yetişkinlik ise yaratıcılıktan, özgürlükten, oyunlardan yoksundur. Bu bakımdan, Peter Pan için daha korkutucu bir şey yoktur. Tüm karanlık yanlarının yanında Peter Pan, güçlü bir özgürlük ve hayal dünyasının simgesidir. Yetişkinlikte özgür olabilmenin bedeli vardır. Çocuklukta ise kirlenmemiş bir zihine, dolayısıyla özgürlüğe sahibizdir. En azından, Neverland'in gerçek olabileceğine olan inancımız vardır. Bizim çocukken hayal ettiğimiz her şeyi Peter Pan yapabilir. Çünkü o bizim ancak gözlerimizi kapattığımızda gidebileceğimiz Neverland'in içinde, özgürce uçan bir kuşa benzer. Ve uçmak, özgürlüğün en güçlü temsillerinden birisidir. Peter Pan'ın sahip olduğu bu özellikler, onu hem çok tehlikeli, hem de çocuk ruhumuzu yansıtan bir figür yapar. Hikayenin bir diğer önemli karakteri olan Wendy, anneliği yansıtır. Peter onu, kayıp çocukların annesi olmaya davet eder. Bu Peter'ın özlem duyduğu anne sevgisi ve anne kucağıdır. Wendy, Peter Pan'a aşık olan çoğu kızdan birisidir ama Peter Pan onu bir anne olarak gördüğünden, bağlanma problemleri yaşar. Çünkü Peter, büyümeyi reddettiğinden ve ilişkiler sorumluluk istediğinden bu yükün altına girmek de istemez. ''Puer Aeternus'' arketipinin bağlanma korkusu ve anneden babadan bağımsız olma korkusu, Wendy ile Peter Pan arasındaki ilişkiye çok benzer. Neverland'in içindeki karanlık tarafı temsil eden Kaptan Hook ise, Peter Pan'ın gölgesidir. Kaptan Hook; büyümek, yaşlanmak ve otorite sahibi olmak gibi özellikleriyle, Peter Pan'ın korkulu rüyasıdır. Çocuklukla yetişkinlik arasındaki kavgadır bu. Peter Pan yetişkinlikten, Kaptan Hook çocukluktan kaçmaktadır. İkisinin ortak olarak korktuğu karakter ise timsahtır. Diğer adı ''Tik Tak'' olan bu timsahın özelliği, isminden de anlaşılacağı üzere, karnında bir saatin olması ve her yaklaştığında saat sesinin yükselmesidir. Tıpkı ölüm gibi, yetişkinlik gibi yaklaşır! Kaptan Hook ölümden, Peter Pan ise yetişkinlikten korkar...





James Matthew Berrie'nin yarattığı masal karakteri, kendisinden izler taşımaktadır. İskoç yazar, hiçbir zaman çocuk olmaktan çıkamamıştır. Sebebi ise gerçekten trajiktir. 
Berrie henüz 6 yaşındayken abisini kaybeder ve annesi büyük bir bunalım geçirir. Bunalımdan çıkamayan annesi, onu ölen abisinin yerine koyar. Aslında bunu yaparak, Berrie'nin karakterini arka plana atar ve diğer oğlunu hayata döndürmeyi ister. Bu kesinlikle Berrie'nin karakter gelişimini çok olumsuz etkiler. Abisi 13 yaşında ölmüştür ve Berrie, hem psikolojik hem de fiziksel anlamda 13 yaşında kalmıştır. Psikojenik cücelik denilen hastalığı dolayısıyla, erişkin boyu 140 cm'dir.  
Hayatı boyunca abisinin gölgesinde kalmış, annesinin ona hep 13 yaşındaymış gibi davranması, benlik algısını bozmuştur. İlişkilerinde defalarca aldatılmış, eziklik psikolojisini de yoğun yaşayan bir yazardır. Kanlı canlı bir ''Puer Aeternus'' örneği olan Berrie, başarılı bir tiyatro, hikaye yazarı olarak ve en çok da Peter Pan karakterini yaratarak adını tarihe yazmıştır. Uyum sağlayamadığı dünyanın yerine ''Neverland'i'' koymuş; kendisini Peter Pan olarak baştan yaratmıştır. Ama ne olursa olsun ''yetişkin olmayı'' reddetmiştir. Bugün de, ''Peter Pan Sendromu'' kavramıyla, yetişkin olmayı reddeden insanları tarif ediyoruz.



YETİŞKİN OLMAK





Peki yetişkin olmak nedir? Kesinlikle, sadece yaşla ilgili değildir. Tecrübe, hayat şartları, duygulara yaklaşım biçimimiz gibi pek çok faktör, en az yaş kadar önemlidir. En önemlisi, kendi başının çaresine bakabilmektir yetişkin olmak. Sorumluluk almak, sınırlara ve değerlere sahip olmak, kendini koruyabilmek, temel ihtiyaçları karşılayabilmek, ayakları yere sağlam basmak ve elbette çocukluğa göre daha rasyonel, mantıklı düşünmek...

 Yetişkinlikte gerçekler devrededir ve o çocukluğun hayallerle dolu dünyası artık oldukça soluktur. Hayaller ve gerçekler arasındaki çatışmada, gerçekler daha üstün bastığında yetişkin olursun. Hayat önündedir ve artık bir satranca dönmüş gibidir. Anne kucağından uzaklaşırsın. Vahşi doğanın ortasında kalmışsındır. Esnekliğini kaybeder, kaygılar edinirsin. Hayatın kısalığını, ölümün varlığını çok daha iyi anlarsın. Çocukken, seçmenin ve kararların etkisini pek anlamazsın. Yetişkinsen, seçmek ve karar vermek zorlaşır. Çünkü ne kadar güçlü olduklarını bilirsin. Sinirlenmenin, ağlamanın, isyan etmenin çare olmadığını, hatta her şeyi daha kötü hale getirebileceğini bilirsin. Dolayısıyla, zamanı geri alamayacağını anlamışsındır. Ekonomik zorluklarla başa çıkmayı öğrenmek gerekir. Çünkü ekonomik bağımsızlığının olmaması, seni çocuk gibi muhtaç duruma düşürür. Geçim derdini ortadan kaldırmak için iyi bir işin olmalı. Hayatının bir kısmında, ömrünü bir insanla paylaşmayı isteyebilirsin. Ya da kendi başına olmayı seçersin. Ana nokta, seçimlerini bağımsız ve olgunca yapabilmektir.

Yalnız kalacağın zamanlar olur. Korkabilir, çekinir, aklına kötü senaryolar getirebilirsin. Ancak yalnızlığa alıştığında, erdemler parlamaya başlar. İnsanlara bağlı hayaller kurmazsın. Çünkü zaten kendinle mutlusundur. Bu demek değildir ki, etrafına duyarsızsın. Hatta ''yetişkinim'' diyen kişinin, empati kuramaması ve etrafını anlayamaması komiktir.

Çocukluğumuzdaki o saflık, hayallerimizin diriliği, ufak şeylerin bile bizim için büyük sevinç kaynağı olması,  yetişkin olunca pek kalmaz. Hayatı daha iyi anlar, ona göre oynarız ama bu sefer oyun o kadar renkli değildir. İşte bu noktada ''Puer Aeternus'' arketipi, o rengi öylesine tutar ki, gerçek hayatla sürekli çatışır. Tıpkı Peter Pan'da olduğu gibi, yetişkin olmakla derdi vardır. Onun kafası, Neverland'in içine hapsolmuştur.



NEVERLAND'E HAPSOLMAK




Neverland: Peter Pan'ın yaşadığı, yetişkinliğin olmadığı bir çocuk dünyasıdır. Burada her şey harikadır. Çocuklar sadece oyun oynar, hayal kurarlar ve maceralara çıkarlar. Peter Pan'ın içinde yaşadığı ve böylece yetişkinlikten kaçtığı mükemmel dünyadır. Burada sorumluluk, toplumsal beklentiler, kendini gerçekleştirme, olgunluk ve yetişkinliğin gerektirdiği hiçbir şey yoktur. Orada sonsuza dek çocuk kalabilirsin. Eğer yetişkin olmayı istemiyorsan, oradan kesinlikle çıkmak istemezsin. Fakat bunun gerçek hayatta bedellerini yaşarsın. Bu hayatta başarılı olmak, hayallerimizi gerçekleştirmek, sağlıklı ilişkiler yaşamak fedakarlık ve istikrar ister. Neverland'in aksine, gerçek dünya çok daha acımasız ve karanlıktır. Bir gül için, binlerce dikeni geçmen gerekebilir. Güneşin doğuşunu yaşayabilmek için zor bir geceyi atlatman gerekebilir. Özgür olmak cesaret ve sorumluluk ister. Maalesef kanatsız uçamazsın ve kanat inşa etmen gerek. İşte ''Puer Aeternus'' burada kaçmayı tercih eder. Sorumluluktan, disiplinden, iradesini sahiplenmekten, mücadeleden, fedakarlıktan kaçarlar. Gerçek hayatın istedikleri onlara göre oldukça sıkıcıdır ve oyun oynamak varken, neden bu saçmalıklarla uğraşsınlar ki? (!) Kafalarında idealize ettikleri hayatla, gerçek hayat çatışır ve kaçmanın yolunu çok iyi bulurlar. İlişkiler dahi onlar için oyundur. Fakat iş ciddiye bindiğinde, onları ortalıkta göremezsiniz. Çünkü Neverland'e kaçmanın yolunu bilirler. Ve bir ilişki için mücadele etmektense, yapay tatminler onlar için daha iyidir. Evet, yemek yapmak yerine, yemek sipariş ederler. 
Bu hayat sınırlarla doludur. Puer Aeternus ise sınırlardan asla hoşlanmaz. Düşüncelerinde, hayallerinde ve davranışlarında sınır pek yoktur. Bu onu dürtüsel davranmaya ama aynı zamanda güçlü bir yaratıcı düşünmeye eğilimli kılar. Gerçeklerle barışamadığından, onu sanatla uğraşırken görebilirsiniz. Ancak onun gibi birinin hayal dünyasından çıkacak düşünceler ve kurgularla, harika bir yazar olabilir. Ebediyen çocuk kalan yetişkin, meyvesini sanatta ve edebiyatta verir. Çünkü orada ''sınırsız dünyasını'' yaratabilir ve gerçek hayatın insanlarına sunabilir. Haylaz bir çocuk gibi kendisini maceralara atıp, çoğu insanın ayak basmadığı bir yere ayak basabilir. Gerçekçi insanların yapmadan önce bin defa düşündüğü şeyleri, bir anda yapabilir. Belki de ''gerçekçi'' insanların ömür boyu yaşayamadığı maceraları, aşkları ve anıları yaşayabilirler. Akıllarındaki fikirleri hayata geçirmek için diğerlerinden çok farklı bir yol bulabilirler. Nietzsche'ye göre çocuk, dönüşümün son evresidir. Çünkü çocuk, özgürlüğün, oyun ruhunun ve yaratıcı yeniden doğuşun simgesidir.

Puer Aeternus, kesinlikle bu hayata göre değildir. Zaten olmayı başaramamıştır. Ancak o kendi dünyasıyla büyüleyicidir. Ve o Neverland'in Peter Pan'ı olarak, başka çocukları da kendi dünyasına çeker. Ama orada kimse gerçekten büyüyemez. 



NİETZSCHE'YE GÖRE ÇOCUK 





Friedrich Nietzsche'ye göre, insan tamamlanmamış bir varlıktır ve kendisini aşması gerekir. İnsan eğer bu mücadelede kendisini aşabilirse, ''Üst-insana'' dönüşür ve gerçek özgürlüğe kavuşur. İnsan, kendine meydan okumalı ve güçlenmelidir. Yalnızlık, anlamsızlık, korkuyla yüzleşmeli ve onları taşıyabilmelidir. Hayatın yüklerini sırtına almaktan çekinmemeli ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmelidir. İşte bu aşamaya ''deve'' denir. Çünkü insan, tıpkı bir deve gibi hayatı sırtlar ve yüklerini taşımayı öğrenir. 

Yüklerini sabırla taşıyan deve, kendisini ıssız bir çölde bulur ve tüm taşıdığı ağırlıkla yalnız başınadır. Hayatına zorlukları davet etmiş, güçlenmiştir ama çölün sessizliğinde, sadece sorgular. Düzeni, otoriteyi, varoluşu, kavramları sorgular. Gittikçe yalnız kalır ve yabancılaşır. Varoluşsal krize giren deve, üst insan olma yolundaki ikinci aşamaya geçmek ister. Bunun için de, özgürlüğünün önündeki engellerden kurtulmalıdır. Toplumun algıları, dayatılan erdemler ve inançlardan sıyrılması gerekir. Ona daima ''Yapmalısın'' , ''Doğru olan bu!'' diyen toplum, onun öfkesini kamçılar. Deve artık başkaldırır ve zincirlerini yıkmayı öğrenir. Artık önünde hiçbir engel bırakmayacaktır! Sonunda, kendi yolunu çizecek kadar cesur olmayı öğrenir. Ölene dek, toplumun ve sistemin beklentilerini yerine getirmeyi reddeder. Ve tıpkı bir aslan gibi, ona karşı çıkanlara kükreyecektir. O kendi yolunun lideri olmuştur. Hayatı gerçekten bir savaş alanı gibidir. Asla geri adım atmaz, kararlılıkla ve cesaretle mücadele eder. Bu savaşın asıl amacı, kendi kendinin efendisi, hükümdarı olabilmektir. Böylece metamorfozun ikinci dönüşümü tamamlanır. Fakat aslanımız, tüm mücadelesine rağmen yeterince özgür değildir. Çünkü o kendi özgürlüğünü korumak uğruna savaşır ve bu ne kadar erdemli olsa da, asıl özgürlük bu değildir. Kendi alanının efendisi, ormanların kralıdır ama zihni bir çocuk kadar özgür ve yaratıcı olmamıştır. Üst-insan olabilmesi için son aşamaya geçmesi gerekir. Zihin dünyasını, ''gerçek dünya'' diyerek bize dayatılan algılardan temizleyip, gerçek yaratıcılığa ve özgürlüğe erişmelidir. Yani bir çocuk olmalıdır. 



Çocuklar, kuralları ve sistemi, toplumsal beklentileri umursamazlar. Onlar tüm duvarlardan bağımsız biçimde düşünebilirler. Bizim yapmaktan çekindiğimiz pek çok şeyi yapabilir, sonucunda tebessümle karşılanabilirler. Çünkü çocukların yapabildikleri, yetişkinlerin yapamadıklarıdır. Kirletilmemiş oyun ruhunun, yaratıcılığın ve özgürlüğün simgesidir onlar. İşte üst insan olabilmenin son şartı, bir çocuk kadar özgür ve yaratıcı bir zihne sahip olmaktır. Hayatı bir oyun bahçesine çevirmiş, berrak zihinli, tüm beklentilerden bağımsız ve iç huzuru sarsılmaz bir insan olmaktır. Nietzsche'ye göre çocukluk evresi, yeniden doğmaktır. Hayatın acılarıyla kavrulan ve kül olan insan, bir çocuk olarak dünyaya tekrar gelir. Ve dünyayı böyle insanlar değiştirebilir. Çünkü onların yöntemleri, ''yetişkin insanların'' kopyası değildir. Büyük keşifler, icatlar, dünyayı değiştirecek fikirler, büyük sanat eserleri, ancak diğer zihinlerin aşamadığı duvarları aşmış bir insanın elinden gelir. 

Puer Aeternus ise Nietzsche'nin bahsettiği ''çocuk'' değildir. Çünkü Puer, gerçek hayattan kaçarak çocukluğa dönmeye çalışan bir arketiptir. Çocukluğun özgürlüğüne ve yaratıcılığına kavuşmakla, annenin kucağına dönme isteği arasında epey fark vardır. Birisi, duvarları aşar ve bir diğeri duvarlardan kaçar. Puer Aeternus, korkularından sonsuza dek kaçamayacaktır. Nietzsche'nin bahsettiği çocuk ise korkularından özgürleşecektir. Artık onun gözleri ve duyuları hiçbir pislik içermez. Zihninde korkunun ve toplumun safsatalarının asla yeri yoktur. Gün batımını, ilk defa izler gibi izleyecektir...



Küçük Prens ve Saint-Exupery




Çocuk edebiyatının en bilinen klasiklerinden olsa da Küçük Prens, yetişkinlere yazılmış bir eserdir. Yalnız başına bir asteroitte yaşayan küçük kahramanımız, yanında filizlenen gülü fark ettiğinde, ona hayran olur. Güle özenle bakar ve onu sular, cam fanusta korur. Ancak gülün kibirli ve gururlu tavırları Küçük Prens'i çok yorar. İçten içe gülün onu sevdiğini bilir ama kafası oldukça karışıktır. Sonunda dayanamayıp, başka gezegenlere gitmeye karar verir. Yalnızlıktan usanmış, gerçek bir dost ve anlam aramaktadır. Bu yolculuk hem ona hem de bize, yetişkinlerin tuhaf ve boş dünyasını gösterecektir.

Prensin ilk gittiği gezegende, tek başına tahtta oturan bir kral vardır. Yıldızlara ve hatta tüm evrene hükmettiğini zanneder. Aslında hiçbir etkisi yoktur. Küçük Prens ondan gün batımını ister. Ama kral: ''Tamam istediğin günbatımına kavuşacaksın. Ancak bunun gerçekleşmesi için yönetmelik biliminin yasaları gereğince, koşulların uygun düşeceği bir saatin geçmesi gerekiyor'' der. 

''O zaman ne zaman?'' 



Kral büyük bir takvimi inceledikten sonra, ''Hımmm, evet, hımmm... Dileğin akşam tam yedi kırkta yerine getirilecektir. Böylece otoritemin ne kadar keskin olduğunu göreceksin!'' 

Küçük Prens esner ve gitmeye karar verir. Zaten günbatımını da seyredememiştir. Başka bir gezegene yolculuğa çıkar. Yolculuk sırasında meşhur cümlelerinden birisini söyler: ''Şu büyükler ne kadar tuhaf!'' 

Diğer gezegenlerde; kendini beğenmiş, sarhoş, iş adamı, bekçi, kaşif, demiryolu makasçısı, satıcı gibi karakterlerle karşılaşır. Hepsinin ortak özelliği yalnızlık, farkındalık eksikliği, aç gözlülük, bencillik, sorgulamadan yaşamaktır. Bulundukları gezegenlerde onlardan başka hiç kimse yoktur. Asıl mesaj da buradadır. Egolarından, hırslarından ve korkularından etraflarını göremezler. İş adamı durmadan yıldızları saymaktadır. Çünkü her saydığı yıldızın kendisine para olarak döndüğüne inanır. Bu kazandığı parayla da yıldızları satın alır.  Hayatı, sahip olmak uğruna yaşamaktır.



 Kendini beğenmiş ise herkesin onu alkışlaması ve beğenmesi gerektiğini düşünür. Sarhoş, içtiği için utanır ve bu yüzden daha fazla alkol tüketir. Ne kadar komik değil mi? Küçük bir gezegende durmadan fener yakıp söndüren bekçi de, bu işi neden yaptığını sorgulamaz. Çünkü yönetmelik böyledir (!) 

Hikayenin en başlarında, uçağı arıza yapan bir pilot Sahra Çölü'ne iniş yapmak zorunda kalır. Uçağı tamir etmeye çalışırken bir sabah ansızın yanında Küçük Prens belirir. Pilot şaşırır. Karşısında altın sarısı saçlarıyla, saf ve masum bir çocuk duruyordur. Birisi Dünya'da yaşayan bir yetişkin, diğeri ise başka bir gezegende yaşayan çocuktur. 

Hikayenin temel çerçevesini oluşturan bu kısım, yetişkinlik ve çocukluk arasındaki derin temayı anlatır. Yetişkin oldukça insan, hayal kurmayı ve kalbinin sesini dinlemeyi bırakmaya eğilim gösterir. Çocukken sevdiğimiz o masum şeyleri artık unuturuz. Hatta hayal kuranlarla ve saf sevgi duyanlarla dalga geçenler de olur. Çünkü dünya; çıkarcı, hesapçı, güç ve para hırsıyla yanıp tutuşan, insan olduğunu unutan yetişkinlerle doludur. Bunu daha da çeşitlendirebiliriz. İşte Küçük Prens'in hikayesi, olgunlaşmak ile insanlığını kaybetmek arasındaki farkı anlatır. 



Hikayenin yazarı Antoine de Saint-Exupery, aynı zamanda bir pilottur. Hikayedeki pilot aslında yazarın kendisidir. Gerçekten de, bir gün uçağının arıza yapması sonuca Sahra Çölü'ne zorunlu iniş yapmıştır. İçten içe yalnız bir adam olan Exupery, çocukluğu ile yetişkinliği arasındaki ince çizgide yaşamış ve ''Küçük Prens'' kitabı ile hem yetişkinlere hem de çocuklara dokunmuştur. Yetişkinliğin, bir çocuk gözünden nasıl göründüğünü bize alegorik biçimde anlatmıştır. 

Puer Aeternus, küçük prensten pek de farklı değildir. Yetişkinlerin katı ve kurallarla dolu dünyasına anlam veremez.  Öyle olmaya hevesi dahi yoktur. Çünkü o özgürlüğü, yaratıcılığı ve saf merakıyla yaşar. Bu durum arketipin tüm eşsizliğini ve uyumsuzluğunu açıklar. Hayat, oynanması gereken bir oyundur. Onun için burada sınırlar ve kısıtlamalar gereksizdir.



YETİŞKİNLİĞİN SIKICILIĞI


Uyan, işe git, eve dön ve dinlen. Tatil gününü, dinleneceğin saatleri bekle. Toplum ve sistem tarafından dayatılan sorumlulukları yerine getir. Para kazan ve belki bir şeyler satın alırsın. Ya da o parayı yatırım amaçlı kullanabilirsin. Evlenmeyi düşünebilirsin, çocuk sahibi de olabilirsin. Bankalara gidip işlerini halletmen gerek. Belki bazı sınavlara girip, biraz diploma edinirsin. Yarın unutacağın bilgileri ezberlersin bugün. Duygularını ve ruhunu arayacak zamanın dahi yok. Hissettiğin yabancılaşma, etrafındaki renkleri alır götürür. Çocukluğuna dair resimleri ve videoları görmek seni duygulandırır. Yine de, duygulara kapılmamalısın. Çünkü yetişkin olarak verdiğin masum ve saf kararların geri dönüşü olmayabilir. Çocukluğun özgürlüğüne sahip olsaydın eğer, sana ''Çocuk işte normal.'' derlerdi. Mantıkla duyguların çatışmasını yaşarsın. Sevmediğin halde yapman gereken çok fazla görev, iş ve sorumluluk seni bekler. Alarmlarını ertelememeli, zamanını iyi yönetmelisin. Sorguladığın zaman canın çok fazla yanabilir. O sebeple, bundan kaçınıp, sadece sistemin senden istediklerini yerine getirmen hem senin için hem de sistem için daha rahat olur.

Yalnız ölmemek için evlenmeyi düşünebilirsin. Ama ne yaparsan yap, artık eskisi kadar temiz değilsin. Çocuklukta yediğin yemeğin tadı, kokladığın çiçeğin kokusu ve oynadığın oyunun zevki bambaşkadır. Çünkü saf, özgür, yaratıcı bir zihin eşlik ediyordu sana. Çocuklukta tavana bakarken kurulan hayaller, çok canlıydı. Bazı yetişkinler hayaller kurmayı unutmuştur bile. 

Öyleyse, Puer Aeternus ne kadar aykırı ve geçinilmesi zor bir tip olsa da; dünyadaki rengin tamamen kaybolmasını engelleyen yenilikçi, yaratıcı, özgür ruhlardır. Ve ilham verenler, kalıplara ve sınırlara sıkışanlar değildir. Kalıpları kırıp, sınırların ardını görebilen, keşfedebilenlerdir. 


 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Stoacılık Eleştirilerim

Stoacılık Notları